31 Mart 2015 Salı

KAHRAMANLIK ŞİİRLERİ: I Abdullah Çağrı ELGÜN

KAHRAMANLIK ŞİİRLERİ

DÜĞÜN VAR

Düğün var hey, düğün var hey, düğün var!..
Bugün yine, bu meydanda düğün var!
Öğle üzre, çimen çimen sofrada;
Ayran, pilav, yufka ekmek, öğün var!
Yudum yudum, esrük olup coşmaya;
Saf kısraktan, kımız dolu güğüm var!

Düğün var hey, düğün var hey, düğün var!..
El şaklatıp, tek tek sekip, döğün var!
Delikanlım, kızlar ile kol kola;
Şu toprağa, ayak uçla değin var!
Kah oturup kah kalkarak çimende;
Konuklara "Hoşgeldin!"e, yeğin var!

Alnından boşansın; şıpır şıpır ter.
Bire oğul, kız amanın, neyin var?!.
Oynamazsan, Vallah, sevdiğin ölür!..
Yalvaracak, yakaracak göğün var!
Düğün var hey, düğün var hey, düğün var!..
Açık alın, ak yüz ile, öğün var!..
*
Fatma kız, söyle bana; nedir bu sendeki hal?
Gülmezsin, oynamazsın, ne kötüce huyun var!
Biz, çirkini söyletir, güzeli oynatırız.
Sanmıyorum; töreyi çiğneyecek soyun var!
Daha niye durursun; o, "ver gitsin çağı"nda,*?..
Yedi düvel duyacak, içinde "Hey! Hey!"in var!..

Ağıda giden ağlar; düğüne gelen oynar.
Kahkaha tufanında çıldıracak "Ey!." in var!..
Gel; açtırma kutuyu, söyletmeyin kötüyü;
Kaç gönlü tutuşturan, selvilerce boyun var!
Oyna şehirlim, köylüm yedisinden yetmişe,
Otağ kurup çimende, düğün yapan beyin var!..

Neyin var hey, neyin var; eller gülüp oynarken?!.
Bırak gamı, kederi; düğün dernek toyun var!
Bir günlük padişahlık, sultanlık, beylik senin;
Gül, oyna; sevap kazan; söyle başka neyin var?

Soyun hele; kisbet giy; gömlek çıkart; soyun var!
Peydah vurup, el şaklat; peşrev çekip öğün var!
Şimdi artık gülmenin, eğlenmenin zamanı,
Kırk günlük kırk gecelik; dile destan düğün var!

Davul, güm güm vurarak; zurna, göğü yararken,    
Kaya gibi yerlere, çakılacak neyin var?
Yoktur gönlün gocası; ne yaşlanır ne solar;
Diz vur yere "Haydah!.." de; daha nice oyun var!..                                                 *                                                                                                                                                 
         *Ver Gitsin Çağı:

         Değerli Ağabeyim, Kayseri Lisesi öğrencilik yıllarımda da  VELîM  olan sayın Muzaffer TOK'a, Ankara'dan Av. Himmet KAYHAN'dan getirdiğim bir mektubu vermek üzere sayın Mustafa ÖZTÜRK ile gittiğimizde Anadolu köylerinden birinde yaşanan bir, kıssadan hisse  anlatmaıştı. "O Ver Gitsin Çağı" bu kıssadan hisseye aittir:
         "Adettendir, Anadolu'da kızlar evlenince baba ocağına, bir çocuk yapmadan, ziyarete gidemezlerdi. Neyse efendim, uzatmayalım. Bir kız, yakın köylerden bir delikanlı ile evlenir. Aradan bir yıl geçer. Kızın bir çocuğu da olur; ancak bu arada gelinin kocası da askere gitmiştir.
         Kızcağız hasretten duramaz, "anam, babam" der durur; rüyalarına girer, geceleri sayıklar. Böyle olunca kız, durumu kaynanasına açar:
         "Ana, bu hasretlik canıma yetti. Ne edeceksen et, beni baba ocağıma gönder." der.
         Bir ana, bir kız, düşünürler. Köyde gelinin yanına katıp da gönderebilecekleri kimse yoktur. Aradan epey bir zaman daha geçer. Gelin konuyu yine açar. Ana yüreği  bu; dayanamaz.. Kaynana:
         "Kızım bilirim hasretliğin neme nem bir sancı olduğunu. Sen gitmeye gideceksin. Bunu aklına koydun!" der.
         Eşeği yüklerler, kucağına çocuğu alır. Kaynana der ki: "Kızım, yol çalısız; el delisiz olmaz. Madem gidiyorsun şu öğütlerimi de aklından çıkarma:
         “Eğer, bizim köyün, ipsiz sapsız gençleri, sana sataşacak olurlarsa, eline büyükçe bir taş al, şunu yüzüne vurursam görürsünüz dersen, onlar korkarlar. Gençler için yüz güzelliği çok önemlidir. Çekip giderler hiççç korkma!..
         Yok eğer, yaşını başına almış kırkın biraz üzerindekiler ilişirlerse onlara da: “Sizi Muhtar Emmime söylerim de... Onlar da adlarının kötüye çıkmasında, orada burada dedikodularının yapılmasından korkarlar.  Onlardan da korkma! Var yoluna devam et.
         Ancaaaak, saçları iyice beyazlaşmış yaşını başını almışlar var ya işte kızım onlar deneyimlidir. Onlardan kurtulamazsın. Onlardan da sır çıkmaz. N’olacak ONA DA VER GİTSİN... VER GİTSİN !..” demiş.
         Gelin de baba ocağının yolunu tutmuş. İşte arkadaş, şimdi bizler de   VER GİTSİN ÇAĞIndayız. Bu gam keder neye ola ki... diye espiriler yaptı.
         Bu şiirde  geçen "VER GİTSİN ÇAĞI" bu kıssadan hisseyi anlatmaktadır.  
            *


VUR DAVULCU        
        
Bugün hava bir başka; gönüllerdeki neşe.
Sıraya geç gardaşım, el tutup, törece dur!
                  
Oyun ağır ağırdan, âhenkle halayı kur!
Sen de durma davulcu, tokmağı davula vur!               

Sivas Ağırlama'dan gidip, Antep'e doğru,
Zeybek, halay, horan, bar deme; gardaş, hele vur!..

Marmara’da Bengi var; Eğe’de Karşılama,
Anadolu Halay’ı, Semah Türk’e güle vur!..

Karadeniz’de Horon, Trakya’da Hora var!
Doğu’nun Bar’ı, ile Ege Zeybeği’ne vur!..

Teke Zortlamasıy’la Kaşık ve Karşılama,
Atamız’ın oyunu, durma Atabar’a vur!..

Kız oğlanlar el ele, halkım omuz omuza,           
Vur ki açsın gönüller; gönül neşe bula vur!       
        
Zurnam ötsün semada, bıraksın bir hoş seda,
Çomakçının sesine, her yer sarhoş, ola vur!                

Çıksın halaycı başı, ayrılsın ekibinden,    
Oynasın göğüs, kalça; yürek coşup kala vur!

Ekip başları, tor tay; hop oturup hop kalksın,
Dönsün eller havada; şahlanan taylara vur!

Alnında düğümlenip, sırtından boşansın ter.
Zurnayınan coşarak, şu boşanan sele vur!..
                           
Pantolonun, gömleğin, savrulsun sağa sola,
Oynayanın gülenin cılkı çıksın, hele vur!           

Vur, hele vur davulcu; pilav pişip dola vur!..
Sekip varsam oyuna, gör, şaşırıp kala vur!..      ..      

Dokuz Oğuz, Çepikli, Kayseri'min Bızdığı,
Aksederek zurnadan, gönüllere dola vur!..                  

Kırılsın diz, dönsün baş, gel gel etsin, gözle kaş.
Vur davulcu, sesimiz yedi düvel, duya vur!..
                           
Al yanaklı Türkmen'in, delikanlı bıyığı,            
Buram buram terleye; kıvrılıp, burula vur!..               

Burda kardeşlik ola; barış, mutluluk ola.          
Dost ve düşman gururu, bu toyda kırıla vur!..  
                  
Kinimiz, dertlerimiz, intikam ve hırsımız,
Toprak ile karışıp, toz ola savrula vur!..           

Muhammed'in diniyle, şu âleme bir nizam,        
Bir başbuğun diliyle, tez elden yetişe vur!
                           
Ezanlar ses verdikçe, evrenin boşluğunda,
"Allah!" diyen gönüller, secdelere gele vur!                 

Ayağını yere vur, inlesin yer ve göğün,             
Dağlar, taşlar düşmanın başına yıkıla vur!..                         

Ne mutlu ki Türk doğduk, elbet öleceğiz Türk!
Türk'ün yüce dileği, gerçeğe erişe vur!..             

Vur İsmail, Hayrullah, inlesin, dağ ve taşlar,    
Vur şehitler aşkına, Allah'ın aşkına vur!.. Kayseri, 01.09.1998  
                                            

NAVRUZ VAR    
                                                                   
Soyunup kaldı beyazdan kışımız.             
Kolaylaşır, bundan gayrı işimiz,              
Gerçek olur, kurduğumuz düşümüz,                  

Artık bilin bu meydanda navruz var!       
İlkbaharım, kutlu günüm navruz var!           

Kişnedi tay, kısrak, sonra aygırlar.          
Navruz gülleriyle donandı kırlar.             
Ozanın dilinden nağmeler fırlar.                        

Haydi yürün, bu meydanda navruz var!  
İlkbaharım, kutlu günüm, navruz var!               

Koyunlar var, kuzusuyla meliyor.            
Yanık sesi, dağı taşı deliyor.           
Bir Türkmen'im, ata binmiş geliyor.                           

Hele bugün, bu meydanda, navruz var!    
İlkbaharım, kutlu günüm, navruz var!               

Oturmuşlar, ak sakallar ve koca,             
Çadırlar dizilmiş, bir uçtan uca,               
Ateşler yakılmış, kazanlar koca,     
                  
Bire haydi, bu meydanda navruz var!      
İlkbaharım, kutlu günüm, navruz var!
                  
Alma, ayva  bin bir çeşit  meyveden,
Koç, koyun, at, aygır, ceylan, deveden,             
Aman yetiş, etli pilav soğumadan,  
                  
Yine bugün, bu meydanda navruz var!    
İlkbaharım, kutlu günüm navruz var!      

Var güzelim, süslerini  takın var,             
Sakın uzak durma, aman yakın var          
Biraz sonra, yiğitlerce akın var.                         

İşte görün, bu meydanda navruz var!       
İlkbaharım, kutlu günüm, navruz var!               

Koçum, gam çekme cirit yoğ ise!    
Yüreğin çatal, yumruğun sağ, ise,            
Hasma yakın var, gövdesi dağ, ise,                   

Gelin bugün bu meydanda navruz var!    
Kutlu günüm, mutlu günüm, navruz var!..


NAVRUZ 

Navruz: Sabah ezanıyla, azık terkleyip,
Navruz: Çadırlarda, konuk bekleyip,
Navruz: Katarlara, sıylık yükleyip,
Yufkaları, büküp büküp atmaktır.
Aş yenende, lokma lokma yutmaktır.

Navruz: Düzde, öbek öbek dizilip,
Navruz: Çimde, kuğu gibi süzülüp,
Navruz: Günde, halı kilim yazılıp,
Kımız içip, aşla, damağ tadmaktır.
Az doyanda çıkıp, peydah atmaktır.

Navruz: Kazan kazan, etler kaynatıp,
Navruz: Ak Tulpar’ı, çimde oynatıp,
Navruz: Ciritlerde, değneği atıp,
Hasma yakın varıp, pekçe vurmaktır.
Yarışlarda, baş sırada durmaktır.

Navruz: Tanrı Dağ’ı, Kaf Dağları’ndan,
Navruz: Bilge Bozkurt ilk çağlarından,
Navruz: Demir Kayalıklar, Ergenekon’dan,
Körüklerle, dağ eritip aşmaktır.
Otağ kurup, şor söyleyip taşmaktır.

Navruz: Hazar, Aral, Tanrı Dağları,
Navruz: Kızıl, Kara, Ak Otağları,
Navruz: Ergenekon denen dağları, 
Delip geçip, rüyalarda akmaktır.
Örs, çekiçle demir dövüp bakmaktır.

Navruz: Hazar, Baykal, Aral Denizi,
Navruz: Bozkurtlar’ın sürdüğü izi,
Navruz: Balçık, Ege, Kara, Denizi,
At üstünde, ordularla geçmektir.
Orhun, İdil, Selenga’dan içmektir.

NAVRUZ BÖYLE KUTLANIR

Cirit oyununda değnek katlayıp,
Atı tımar edip, ağzın tatlayıp,
Al, doru tay, ak kısrağa atlayıp,
Öbek öbek, çadırlarda yurtlanır.
İşte bizde Navruz, böyle kutlanır.

Körüklerle Demir Dağ’ı yakarız,
Navruz ateşini seyre çıkarız,
Nehir nehir, ırmak ırmak akarız, 
Vadilerde öbek öbek yurtlanır.
İşte bizde Navruz, böyle kutlanır.

Kazan kazan et kaynatıp aş ile,
Sofra sofra keklik, kımız, kuş ile,
Seğmen, Efe, Kılıç Kalkan, baş ile,
Halay kurup, horan tepip, atlanır.  
İşte bizde Navruz, böyle kutlanır.

Kar kütüğü, Navruz gülü, bahardır.
Yirmi bir mart kışı, büyülü yârdır.
Bundan gayrı mevsim sonu bahardır.
Atlar tımar olur, kuzu etlenir.
İşte bizde Navruz, böyle kutlanır.

Doksan dokuz davul, zurna vurulur, 
Toy toylanır, sığır, şölen kurulur,
El ele, kol kola, oyna durulur, 
Çimenden çimene koşup atlanır.
İşte bizde Navruz, böyle kutlanır.

Şiir diyen, kopuz çalıp gelen var.
Zurna ile yeri, göğü delen var,
El şaklatıp türkü deyip gülen var,
Kılıç Kalkan hop hop sekip atlanır.
İşte bizde Navruz, böyle kutlanır.

Kopuzumuz telleriyle çığırır
Ozanlar seslenir, öter, bağırır
Davul zurna konukları çağırır.
Oyun içre, sağa sola zıplanır
İşte bizde Navruz, böyle kutlanır.

Ağaçlar, çiçekte, güller çiçekte,
Bahar gelir neşe olur böçekte,
Kar altından çıkan Navruz çiçekte,
Yüz bin çifte körük kurup katlanır.
İşte bizde Navruz, böyle kutlanır.

Navruz, ateşinde bir bir el tutup,
Paltoyu çıkartıp, çeketi atıp,
Halay çekip çimenlikte az yatıp,
Neşe dolup, kahkahayla hoplanır.
İşte bizde Navruz, böyle kutlanır.

Kısrak sütü, ak kımızın gölünden,
Al doru kısrakla, yılkı dölünden,
Sarıgöl, Siyenpi Hazar gölünden,
Kor, alev üstünden uçup, atlanır
İşte bizde Navruz, böyle kutlanır.,  Ankara, 21 Mart 2010

NAVRUZ TÜRK BAYRAMI

Navruz: Altay, Tanrı Dağı, Kafdağları’ndan,
Navruz: Börteçine, Bozkurt, ilk çağlarından,
Navruz: Demir, Ergenekon, sarp dağlarından,
Navruz: Yüz bin, çifte körük kurup aşmaktır.
Navruz: Vadi vadi, ırmak ırmak taşmaktır.

Navruz: Çadır kurup, çimenlerde gezilmek,
Navruz: Avıllarda, bağdaş kurup dizilmek,
Navruz: Etli pilav, yufka, kımız, yazılmak,
Navruz: Konuklarla sofra açıp yemektir.
Navruz: Türk bayramı, toy ve şölen, demektir.

Navruz: Akalteke kısrak, Tulpar azanda, 
Navruz: Öküz, bizon, manda eti kazanda, 
Navruz: Tombıra, saz, kopuz çalıp tezende,
Navruz: Oba oba, vadilere akmaktır.
Navruz: Gece sinsinlerde ateş yakmaktır.

Navruz, Tuna boylarından, düşmana akın,
Navruz, Pîr Hoca Ahmet’le, Yesi’ye yakın,
Navruz: Elegeş, Yenisey, Orhun’a akın,
Navruz: At üstünde, ok fırlatıp atmaktır. 
Navruz: Haykırarak “ODİN!”lerle yatmaktır.

Navruz: Mohaç, Varna, Niğbolu’dan, akanda
Navruz: Mehteran, kös, davul, zurna bakanda
Navruz: Kılıç, kalkan, çelik mızrak kakanda
Navruz: Kış bitende kıra, çıkma günüdür.
Navruz: Mart’ta dağdan dağa akma günüdür, Ankara, 22 Mart 2010    
                       

NAVRUZ GÜNÜ

Navruz ere, kor ateşi yakarız, 
Navruz ere Çin Seddi’nden akarız, 
Navruz ere İdil, Moran bakarız, 
Türk adını ulaklarla yayarız.
Kopkar Ulak, Tepüklere doyarız.

Kor, lav ile kayalığı yürüten,
Körük kurup demir dağı eriten,
Ateşiyle engelleri kürüten,
Vadi, nehir, göl dibinde yurtlarız.
Buzkaşi oynayıp Navruz kutlarız.  

Yasef Oğulları, Moğol, Türk ile,                        
Timuçin, Ödigey, Yesutay ile,
Türlü, çeşit ottan, keklik kuş ile,
Navruz günü, al kısrağı oynattık.
Et Suyu, Tarhana, Toyga kaynattık.

Bizon, manda, koç koyunda baş ile,
Kazan kazan, et kaynatıp aş ile,
Yarmalar dövülür, soku taş ile,
Etle, pilav donatırız Navruz’da.
Ak kısrağı, oynatırız Navruz’da.

Bilek tutar, pazuları tartarız,
Güreş tutar, kisbetleri yırtarız,
Çuvallara girip, kaşık tartarız,
At üstünde, hasma, ciritler attık.
Beşparmak, kaynatıp lokmalar yuttuk.

Çadır Beyi avılları gezende,
İnce belli, kırk kız, önde tezende,
Avul güzelleri yiğit süzende,
Otağlarda konuklara yer olur.
Yukarı çıkanda Beyler er olur.

Karşılayıp, otağda yer açılır,
Konuklara, kırk çeşit aş saçılır,
Çıkınlardan nevaleler seçilir,
Düğün dernek yapanlarda ter olur.
Kıyası yarışta gençler er olur.

Şükredilir Kadir Tanrı anılır,
Navruz günü ete, aşa kanılır,
Gelen ağırlanır akıl yanılır,
Ateş kızaranda odun kor olur.
Avıl ünü, konuklara yer olur.

Navruz günü düğün davet olanda,
Yağız yiğitlere, kuvvet dolanda,
Koşuşan ak taylar, terle dolanda,
Yiğitler yarışır, ödül bol olur.
Güreş meydanları mahşer yer olur.Ankara, 23 Mart 2010

KAHRAMANLIK ŞİİRLER II Abdullah Çağrı ELGÜN

GENÇLİĞE      

Ben bir Türk'üm, soyum adım yücedir!             
Türk yaşayıp Türk ölmek ülkücedir!                 
Gökyüzünde yıldızlara koşarken,             
Ülkümüz, erkekçe ve türküçedir.              
        
Bize zaman, mekân yok; çalışmak var.              
Yılmak yok, yorulmak yok; çalışmak var.                  
Asrın süratince koş; hedef, ileridedir.                
Yorulmak yok, dinlenmek yok, çalışmak var.

Ey, Türk genci, vazifen çalışmaktır!
Âlemler, Evrenlerle karışmaktır.
Yat zamanı değil artık bu zaman
Betanova, kendinle buluşmaktır. Kayseri, 10 EYLÜL1998  
                                       

TÜRK GENCİNE 
                      
Ben bir Türk'üm, sözüm Türk, Türkçeyle konuşurum!
Anam, babam, ırkımla Türkçeyle danışırım.               
Neme gerek Arap, Fars, İngilizce ve Rusça?               
Ben meydanda Türkçemle, dünyayla yarışırım.
        
Türk oğluyum Türkoğlu, hiç kimseden korkum yok!..         
Rehberim Atillâ, Atatürk, başka ülküm yok.                       
Tarihin derinliklerinden gelmiş bir soyum,                 
Zalimlere baş eğmem; başeğmiş bir Türküm yok!..                                 

Irkımın güneşleri. aydınlatır yolumu.                
Yeniden doğuş bilir, Türkoğlu Türk ölümü.               
Bütün dünya birleşip, bora tufanla gelse,          
Hiçbir güç, hiçbir teknik, bükebilmez kolumu.            

Yesevî ırmakları çağıldayıp taşarken;                
Mevlânâ, Hacıbektaş, Yunus çağı aşarken,                 
Sen nasıl oturursun kaya gibi yerinde?              
Teknolojiyi aşıp, uzay; çağın yaşarken.                                

Kanûnî, Yavuz, Fatih dünyaya vermiş nizam,
Farâbî, İbn-i Sinâ, Horazmi de intizam;             
Uluğ Bek, El Cabir ve Birûnîler, Kuşçular,                                                      
Âleme rehber olmuş, dünyaya vermiş nizam.

Kültiğin, Bilge Kağan ve de Vezir Tonyukuk;             
Türkçe söyler adını, Türkçe yazmışlar nutuk.             
Karamanoğlu Mehmet, Kaşgarlı ve Nevâî         
Türk yurduna kalıcı, getirmişler bir hukuk.                                   

Dilimiz, öz dilimiz, ana dilimiz Türkçem;          
Sizinle çağlar açtı; bizle çağ aşan Türkçem.                 
Ana dilim; analar, babalar dili Türkçem            
Anamın, ak sütünden akça ve duru Türkçem, Kayseri, 15 EYLÜL1998

                                                       
TÜRK’LE OYUN OYNANMAZ      
                        
Sardı savaş benliğim, barışı ne bilecek?
Gönüller huzuradır, gülmeyen yüz, gülecek
Sana göz koyanları dağlarından silecek

Türk’le oyun oynanmaz; bildir şimdi Türkiye
Kaldır balyoz yumruğun, indir şimdi Türkiye

Gönüllüyüm dağında askerlik yapacağım
Sarp kayadan kayaya atlayıp sapacağım
Terörist denenleri, pençemle kapacağım

Türk’le oyun oynanmaz; bildir şimdi Türkiye
Soysuzlara haddini, bildir şimdi Türkiye

Biliyoruz, pusuda çok devletler yatıyor,
Onların uzantısı dağlarda fink atıyor
Siyaseten bazısı, haritalar satıyor

Türk’le oyun oynanmaz bildir şimdi Türkiye’m
O densize kimliğin, bildir şimdi Türkiye’m

Sana düşmanlık eden, haritana, göz diken
Burda sana yan bakan, toprağına göz diken?
Yüreğime batmakta, söylenende söz, diken

Türk’le oyun oynanmaz; bildir şimdi Türkiye
Eşkiyanın havasın indir şimdi Türkiye

Şehitlerin cennete yolculu olmakta her gün
Anaların gözyaşı,  göle dönmekte her gün
Kardeş kardeşi vurdu, günah olmakta her gün

Türk’le oyun oynanmaz; bildir şimdi Türkiye
Anaların gözyaşın, dindir şimdi Türkiye

Cûdi, Kabar, Şemdinli, Hakkari, Yüksekova
Kandil Dağları olsun, isterim bana yuva
Parçalarım terörist, gözünü oya oya

Türk’le oyun oynanmaz; bildir şimdi Türkiye
Teröristi dağlardan, indir şimdi Türkiye

Sarp kayalar evimdir, bahçesinde gezerim
Karlı dağlar mekanım, orda mezar kazarım
Halkıma dokunanın derisini yüzerim

Türk’le oyun oynanmaz; bildir şimdi Türkiye
Halkımın sızısını, dindir şimdi Türkiye

Bu vatana bin defa, kurban bir Türk olmaktır
Ay yıldızlı bayrağı taşıyan Türk olmaktır
Öğüncüm Türk doğmaktır, Türk oğlu Türk olmaktır,

Türk’le oyun oynanmaz; bildir şimdi Türkiye
Türk’ün balyoz yumruğun, indir şimdi Türkiye   Kayseri, 18 EYLÜL1998


DÜNYA PARMAĞIMLA SIRALANMALI

Hey yiğitler bugün bir savaş ola
Seyredenler gördüğünden zevk ala
Gafiller bu işe, şaşırıp kala
Ter boşanıp beden haralanmalı

Savaş değil, burda zelzele ola
Her yanı, bir çığlık velvele ala
Yer yarılıp, düşman içine dala
Yiğit kim, dönek kim, aralanmalı

Yürekleri, cenk ateşi sarmalı
Kurşun, çelik yelekleri yarmalı
Yiğit, en ön safta düşman kırmalı,
Er göğsünde gülle, sıralanmalı

Bire bu meydanda bin tufan ola
Gömleğimiz al kanlar ile dola
Analar, bacılar saçını yola
Her yanımız, yara berelenmeli

Yiğit, doğan olup, inip varmalı
Düşmanı velvele, korku sarmalı
Vurunca pençeyi, göğsü yarmalı
Düşman, başı dönüp, saralanmalı

Bir şahin misâli, kuzgun leşine
Nice kelleleri alıp, döşüne
Bir kasırga, tufan; salıp, peşine
Bir sağa bir sola turalanmalı

En kavi sanılan, yere dalmalı,
Kimisin, enseden tutup almalı
Kimisini, yerden, yere çalmalı
Kimi, dere, bayır körelenmeli

Kim, düşmandan böyle günde kaçarsa
Er içine, korku salıp saçarsa
Teslim için, beyaz bayrak açarsa
Korkak, lime lime paralanmalı

Böyle savaş namertlere zay ola
Yiğidin merdine kısrak, tay ola
Savaş bize, düğün ola, toy ola
Meydan, sesimizle naralanmalı

Şimşekten bir Türk’üm ateş akarım
Yıldırımım, kasırgayım, yakarım
Çağrı’yım ben bendlerimi yıkarım
Dünya parmağımla sıralanmalıKayseri, 15 EYLÜL1999


GÜREŞ MEYDANI

Beyler, yiğitlere meydanı açar
Meydan, yiğitlerle ünlenir bugün
Kötü, korkak olur, kavgadan gaçar
Yiğit kim, kötü kim, bellenir bugün

Kisbet giyip, yiğitliğin övende,
Peydah vurup, dizlerini dövende,
Bir hışm ile sekip, hasma değende,
Maydanımız bizim, dillenir bugün.

Kuru sıkı toplar, sık sık atanda,
Güreşçiler, sağa sola yatanda,
Kafa kol enseye; sarma atanda,
Takım tezgâh burda, ellenir bugün.

Güreşlerin sonu, nefes nefese
Taşımaz yiğitter hiçbir vesvese
Ağam, Beyim diyenlerden, çok kese
Uçar havalarda, göllenir bugün

Yiğit olan hasma varıp sokulur
El; enseyle, kellelere dokunur
Sık sık yiğitlerin, ismi okunur
Güreş meydanımız, şenlenir bugün

Çok defa el, kisbet içre sokulur,
El tutuşup güç, kuvvete bakılır
Güreş uzar, meşaleler yakılır
Meydan ışıklarla, nurlanır bugün

Pehlivanlar: “Haydah!” deyip varanda,
Kafa kola alıp, boyun kıranda,
Davul zurna yeri göğü yaranda
Köslerle ruhumuz dinlenir bugün,  Kayseri, 22 Kasım 2007


TEPER MEHMET DÖNE DÖNE

Mehmet’im meydan yerinde
Sarsar yeri döne döne
Kalleş, dönek bu kavgadan
Kaçar elbet, döne döne

Mehmet’e oyundur bunlar
Bordo bere giyer donlar
Düşmanın beyninde çanlar
Çalar Mehmet, döne döne

Cûdi, Kandil, Yüksekova,
Getirir Mehmet’i tava
Mehmet çoktan hazır ava
Avlar Mehmet, döne döne

Mehmet dönmez yemininden
Kimini,  içi boş dininden
Eşkiyaları ininden
Alır Mehmet döne döne

Çağrı der ki: ser leşini,
Yaralı bırakma eşini,
Bilmem kaçının dişini
Söker Mehmet döne döne, Kayseri, 16 Kasım 2007

MEHMETCİK DAĞLAR BAŞINDA

Mehmetçik dağlar başında
Çelik yeleği döşünde
Eşkiyaların peşinde
Koşar Mehmet, güle güle

Elde silah, sırtında yük
Erzakı kendinden büyük,
Nice dağ, tepe ve höyük
Aşar Mehmet, güle güle

Mehmet’e savaş bir oyun
Düşman kaçar, olmuş koyun
Peşini bırakmaz, toyun
Sürer Mehmet, güle güle

Dağlar eşkiyayla dolsa
Yağmur, kar ve bora olsa
Buz, üstünde donup kalsa
Aşar Mehmet, güle güle

Cûdi, Kabar, Kandil örnek
Gerekirse şehit vermek
Savaş ona, düğün dernek
Eder Mehmet, güle güle, 23 Kasım 2007, KAYSERİ


MEHMET’İM

Cepheden cepheye koştuğun zaman
Dedirtin düşmana: “Teslimim aman!”
Diz çöküp yalvarır der ki: “El aman!”
Aman dileyeni kırmaz Mehmet’im

Selâm sana ana, selâm ey baba
Mehmet’in coşmuştur hiç sığmaz kaba
Gelmiyor terörist, ip ile sapa
Teslim olanları vurmaz Mehmet’im

Savur da topların yer gök inlesin
Dost ve düşman zaferini dinlesin
Kahpe düşman mağarada inlesin
İnden çıkanları kırmaz Mehmet’im

Çek tetik Mehmet’im yer gök inlesin
Naramız sesini herkes dinlesin
Korkak, kalleş, gizli gizli inlesin
Hain barındırmaz, sarmaz Mehmet’im

Kurşunlar hızından namlu kor olsun
Kahpelik edenin gözü kör olsun
Dolaşıp el ayağı ona hor olsun
Kin ve garez nedir, bilmez Mehmet’im   25 Kasım 2007, KAYSERİ


MEHMETÇİK

Bu millet yaşıyor senin sayende
Vatanı uğrunda koşan Mehmetçik
Evlatların canla başla çalışır
Şehit olmak için coşan Mehmetçik

Hep beraber yeldik, çağları aştık
İlim, irfan deyip, koşup çalıştık
Mehterlerle gülüp, köslerle coştuk
Kabına sığmayıp, taşan Mehmetçik

Adın mutluluktur, varlığın güven
Var mı düşmanını sen gibi seven?
Anaya babaya geçmişe güven
Amansız düşmana, koşan Mehmetçik

Seni düşman görse hep aklı şaşar
Yüreğinde korku ecelle yaşar
Cepheden cepheye şevk ile koşar
Ölüme susayıp, yaşan Mehmetçik

Sen varsın sınırda, korku yok bana
Ne kattı o ana, bedene, cana?
Sanki etten değil, bir çelik kale
Sarp kayalar delip, aşan Mehmetçik, Kayseri 24.Nisan 2000


BENDEN HABER VERİN AŞİRETLERE

Benden haber verin aşiretlere
Gelip Türkiye’ye dahil olmalı
Kin, garez, hainlik olmaz Kürtler’e
Bırakıp dağları, yurda dönmeli

Saddam’ın zulmünden nice tezerdin
Karlı dağda aç, alavan gezerdin
Türk’ü kardeş bilip, böyle sezerdin
İnatlıktan dönüp yola gelmeli.

Kurtlar sofrasında aşık atılmaz
Teknoloji arkasından yetilmez
Üç baldırı çıplak, sözü tutulmaz
Postlar delinmeden, düze inmeli

Komandolar aman vermez sizlere
Çok yazıktır analara, kızlara
Yüksekova, Cûdi Dağı, dizlere
Zarar verir, dönün yüzler gülmeli

Dili, dini, kültürü bir milletiz.
Peygamberi, Allah’ı bir milletiz
Bayrak, vatan, toprağı bir milletiz
Bu yol çıkmaz sokak artık görmeli, KAYSERİ, 27 Kasım 2007


VARSA YÜREK KARŞIMIZA GELİNE

Dağlar Mehmetlere yuva olmalı,
Bir doğan misâli ava dalmalı
Naramız sesiyle ova dolmalı
Masum halka katliam ne biline!
Varsa yürek, karşımıza geline!

Sustum; çünkü görüyorum sonunu
Bir yumrukta Mehmet, serer onunu
Çok dillilik, federasyon kanunu
Bire kimsin, söylenen ne, biline?
Varsa yürek, karşımıza geline!

İkide bir, boş bulunca meydanı.
Bu nutuklar kuru sıkı meydanî.
Bu meydan ki atıp tutma meydanı
Atıp tutmak ne imiş ki biline?
Varsa yürek, karşımıza geline!

Bu millet ki size çok değer verdi.
Ekmeğini, bölüp yarısın verdi.
Kilimi, halıyı altına serdi.
Bu mu kıymet, vefa nedir biline?
Varsa yürek, karşımıza geline!

Sınamayın sabrımızı siz sakın,
Ulu orta tuzak, baskın ve akın,
Leşine susadın gebermen yakın,
Bu ihanet nedir, neden biline?
Varsa yürek, karşımıza geline!

Ne çabuk unuttun karlı dağları?
“Yetiş kardeş!” dediğin o günleri,
Sana kucak açan kardeş bağları,
Unuttuysan Hak unutmaz biline?
Varsa yürek karşımıza geline!

Haktan bahsedenler hak nedir bilmez,
Öyle bir vahşet ki, kanlar eksilmez
Akan gözyaşını analar silmez
Köy, karakol basmak nedir, biline
Varsa yürek karşımıza geline

Kan emenler, yine kanı içerler
Kin ekenler, ektiğini biçerler
İntikam dolanlar, ölüm seçerler
Adım Mehmet, Türk oğluyum biline
Terör sözü, yeryüzünden siline

Kardeşimiz deyip sınırı açtık
Her türden imkânı önüne saçtık
Ev, okul, caminin içini seçtik
Açlık nedir tattırmadık biline?
Yalan ise karşımıza geline

Saddam sizin derinizi yüzerken,
Beşer onar, kellenizi dizerken
Aman vermez, ağzınızı büzerken
Benim pasaportla gezdin biline
Varsa yürek karşımıza geline

Şimdi size, bir iki çift, sözüm var,
Başımdan dökülür, soğuk su ve kar
Sizin yaptığınız düşmana da ar
Utanmazsan, ben mahcubum biline
Varsa yürek karşımıza geline

Buğduz Aman Kolu, Oğuz Boyundan,
Kürt Başbuğu Alp Urungu Soyundan
Orhun, Yenisay, Elegeş Çayı’ndan
Elegeş Anıtı Türkçe söyler biline,
Varsa yürek karşımıza geline

Bizde namert yoktur, nedir sende hâl?
İçteki şeytanı uzaklara sal
İnsan olup, insanlıktan dersler al
Köy, karakol basmak nedir, biline
Varsa yürek karşımıza geline   KAYSERİ, 28 Kasım 2007


VATAN SAĞOLSUN!

Gökyüzü gürledi, şafak, tan attı
Bulutlar karardı, kaşların çattı
Sanki, sağ böğrüme, bir sancı kattı
Allah’ın Rahmeti üstüne olsun
Tek ağızdan dedik: “Vatan sağ olsun!..”

Türk anası, nice evlât yetirdi,
İnzibatlar, salacasın getirdi
Dediler: analar evlât yitirdi!
Her şey sana helâl, kalan sağ olsun
Tek ağızdan dedik: “Vatan sağ olsun!..”

Dediler zaferin etti Mehmetçik
Şırnak dağlarına yetti Mehmetçik
Gabar’da, uçmağa gitti Mehmetçik
Meğerki semâya yıldızlar dolsun,
Tek ağızdan dedik: “Vatan sağ olsun!..”

Mâziye sor, ecdad, söylesin kimdi?                                               
Bir bitmez ufuktum, kürre benimdi.
Alevler tufanlar, şimşekler şimdi
Ağlayan bulutlar, gözyaşı dolsun
Tek ağızdan dedik: “Vatan sağ olsun!..”

Sakarya üstünde, al taylar gibi.
Dizginler koparmış, al taylar gibi.
Başı göğü yaran, Altaylar gibi.
Bereketler yağsın, kabre nur dolsun
Tek ağızdan dedik: “Vatan sağ olsun!..” KAYSERİ, 29 Kasım 2007


KOMANDA TÜRK ADINA

Uçan kuş kanadına, komanda Türk adına,
Çaldıran düzlüğüne, Malazgirt’in yadına 
Savaş oyunlarının, varacağım tadına
Türk komandosu adım, dağa taşa yazarım
Ülkeme göz koyanın mezarını kazarım

Zülmde ısrar edersen, hanende gezeceğim
Kemiklerini kırıp, botumla ezeceğim,
Yakalarsam, ansızın, fiyakan bozacağım
Türk komandosu adım, dağa taşa yazarım
Ülkeme göz koyanın, mezarını kazarım

Satürün, Neptün Merih, kulemdir çıkacağım
Sana göz koyanları yerlere çakacağım
Hain, sinsi göğsünde, gülle patlatacağım
Türk komandosu adım dağa taşa yazarım
Ülkeme göz koyanın mezarını kazarım

Havalar soğuk, ayaz kar olsa yatacağım
Ortalığa toz duman, fırtına katacağım
Davul zurra çaldırıp, alkışlar tutacağım
Türk komandosu adım, dağa taşa yazarım
Ülkeme göz koyanın, mezarını kazarım

Ay yıldızlı bayrak, gökte durdukça,
Mehteran ses verip, kösler vurdukça,
Ay ufukta, güneş, gökte durdukça,
Türk komandosu adım, dağa taşa yazarım
Ülkeme göz koyanın, mezarını kazarım

Çadırımız gökyüzü, süngülerle tutarız. 
Güneşi bayrak diye, elimizde tartarız.
Tatmadık esareti, olsa dağlar, yırtarız
Türk komandosu adım, dağa taşa yazarım
Ülkeme göz koyanın, mezarını kazarım  KAYSERİ, 30 Kasım 2007


TÜRK KOMANDO, KOMANDO

Dağda, bayırda, düzde,
Türk komando Komando!
Orman, çayırda, izde
Türk Komando Komando!

Korku salar her yana,
Su içer, kana kana,
Güven verir, her yana,
Türk Komando Komando!

Dağda çiçek, yetişir
Silahları bitişir
Hızır gibi, yetişir
Türk Komando Komando!

Düşmana korku salan,
Sevgi hoşgörü dolan,
Yılanı dağdan alan
Türk Komando Komando!

Gökte şimşektir, çakar.
Dağa düşse, dağ yakar.
Düşmansa aklı çıkar
Türk Komando Komando!  KAYSERİ, 30 Kasım 2007


MÜSLÜMANIZ ve TÜRKÜZ BIZ  

Er meydanı Türk’ün yurdu
Nice büyük devlet kurdu
Yetti artık yüz yıl durdu
Durmak ile çürürüz biz

Hey, diyen de oba kuran!
Kılıç vurup, gövde yaran,
Bin düşmana karşı koyan,
Türkoğlu Türk, yiğitiz biz

Dünya  bilir, Türk adını.
Er doğurur, Türk kadını.
Hatırlasın, Türk yadını
Er oğlu er, Türk‘leriz biz

Yerde komaz kanımızı,
Vermek için canımızı,
İntikam ve ahımızı,
Elbet her dem, alırız biz.

Peygamberin kılıcıyla.
Fatihler’in öç ve hıncıyla.
Yiğitlerin en genciyle.
Vura vura alırız biz.

Çağrı söyler,  er meydanda.
Düşmanları, her meydanda.
Vuruşalım der. Meydanda.
Döne döne yeneriz biz!        KAYSERİ, 2 Ocak 2008

11 Mart 2015 Çarşamba

TÜRKİYE'M, ŞİİR, Abdullah Çağrı ELGÜN

TÜRKİYE'M 













Türkiye'm Türkiye'm benim Türkiye’m
Dillerde söylenen türkü Türkiye’m
Dağlarların, ovalar, nehir göllerin
İçimde hasretin dinmez Türkiye’m

Türkiye'm Türkiye'm canım Türkiye’m
Sana akmak ister kanım Türkiye’m

Sen gibi bulunmaz sevgili, güzel
Ağrı, Süphan, Erciyes’in çok özel
Dicle, Fırat, Kızılırmak ne güzel
Van, Hazar’ın, İznik, Salda’n Türkiye’m

Türkiye'm Türkiye'm canım Türkiye’m
Sana akmak ister kanım Türkiye’m

Cami, Havra, Kilise; birce durur
Papaz, Haham, İmam; hepsi bir yürür
Kin, nefret yaşamaz bu yerde, kurur
Hoşgörü direği duran Türkiye’m

Türkiye'm Türkiye! m canım Türkiye’m
Sana akmak ister kanım Türkiye’m

Sende insan vardır, insanlar hası
Seni bir görenler unutur yası
Hazreti Mesih’in gizlenen tası
İstanbul koynunda saklı Türkiye’m

Türkiye'm Türkiye'm canım Türkiye’m
Sana akmak ister kanım Türkiye’m

Dört büyük din sende dimdik duruyor,
Sıkışan gönüller sana geliyor
Senin varlığında huzur buluyor
Gönülleri tamir eden Türkiye’m

Türkiye'm Türkiye'm canım Türkiye’m
Sana akmak ister kanım Türkiye’m

Şehirlerin medeniyet beşiği
Kültürün var çok dinlerin eşiği
Ben Çağrı’yım bu vatanın aşığı
Aksın kanım toprağına Türkiye’m

Türkiye'm Türkiye'm canım Türkiye’m
Sana akmak ister kanım Türkiye’m

                        Abdullah Çağrı Elgün