DÜĞÜN VAR,
Düğün var hey, düğün var hey, düğün var!..
Bugün yine, bu meydanda düğün var!
Öğle üzre, çimen çimen sofrada;
Ayran, pilav, yufka ekmek, öğün var!
Yudum yudum, esrük olup coşmaya;
Saf kısraktan, kımız dolu güğüm var!
Düğün var hey, düğün var hey, düğün var!...
El şaklatıp, tek tek sekip, döğün var!
Delikanlım, kızlar ile kol kola;
Şu toprağa, ayak uçla değin var!
Kah oturup kah kalkarak çimende;
Konuklara "Hoşgeldin!"e, yeğin var!
Alnından boşansın; şıpır şıpır ter.
Bire oğul, kız amanın, neyin var?!.
Oynamazsan, Vallah, sevdiğin ölür!..
Yalvaracak, yakaracak göğün var!
Düğün var hey, düğün var hey, düğün var!..
Açık alın, ak yüz ile, öğün var!..
Fatma kız, söyle bana; nedir bu sendeki hal?
Gülmezsin, oynamazsın, ne kötüce huyun var!
Biz, çirkini söyletir, güzeli oynatırız.
Sanmıyorum; töreyi çiğneyecek soyun var!
Daha niye durursun; o, "ver gitsin çağı"nda,*?..
Yedi düvel duyacak, içinde "Hey! Hey!"in var!..
Ağıda giden ağlar; düğüne gelen oynar.
Kahkaha tufanında çıldıracak "Ey!." in var!..
Gel; açtırma kutuyu, söyletmeyin kötüyü;
Kaç gönlü tutuşturan, selvilerce boyun var!
Oyna şehirlim, köylüm yedisinden yetmişe,
Otağ kurup çimende, düğün yapan beyin var!..
Bırak gamı, kederi; düğün dernek toyun var!
Bir günlük padişahlık, sultanlık, beylik senin;
Gül, oyna; sevap kazan; söyle başka neyin var?
Peydah vurup, el şaklat; peşrev çekip öğün var!
Şimdi artık gülmenin, eğlenmenin zamanı,
Kırk günlük kırk gecelik; dile destan düğün var!
Kaya gibi yerlere, çakılacak neyin var?
Yoktur gönlün gocası; ne yaşlanır ne solar;
Diz vur yere "Haydah!.." de; daha nice oyun var!.. Kayseri, 11 Mart 1998
*Ver Gitsin Çağı" Sözünün Hikâyesi:
Değerli Ağabeyim, Kayseri Lisesi
öğrencilik yıllarımda da Lisede VELîM olan sayın Muzaffer TOK'a, Ankara'dan Av. Himmet
KAYHAN'dan getirdiğim bir mektubu vermek üzere sayın Mustafa ÖZTÜRK ile
gittiğimizde Anadolu köylerinden birinde yaşanan bir, kıssadan hisse anlatmaıştı. "O Ver Gitsin Çağı" bu
kıssadan hisseye aittir:
"Adettendir, Anadolu'da kızlar
evlenince baba ocağına, bir çocuk yapmadan, ziyarete gidemezlerdi. Neyse
efendim, uzatmayalım. Bir kız, yakın köylerden bir delikanlı ile evlenir.
Aradan bir yıl geçer. Kızın bir çocuğu da olur; ancak bu arada gelinin kocası
da askere gitmiştir.
Kızcağız hasretten duramaz, "anam,
babam" der durur; rüyalarına girer, geceleri sayıklar. Böyle olunca kız,
durumu kaynanasına açar:
"Ana, bu hasretlik canıma yetti. Ne
edeceksen et, beni baba ocağıma gönder." der.
Bir ana, bir kız, düşünürler. Köyde
gelinin yanına katıp da gönderebilecekleri kimse yoktur. Aradan epey bir zaman
daha geçer. Gelin konuyu yine açar. Ana yüreği
bu; dayanamaz.. Kaynana:
"Kızım bilirim hasretliğin neme nem
bir sancı olduğunu. Sen gitmeye gideceksin. Bunu aklına koydun!" der.
Eşeği yüklerler, kucağına çocuğu alır. Kaynana
der ki: "Kızım, yol çalısız; el delisiz olmaz. Madem gidiyorsun şu
öğütlerimi de aklından çıkarma:
“Eğer, bizim köyün, ipsiz sapsız
gençleri, sana sataşacak olurlarsa, eline büyükçe bir taş al, şunu yüzüne
vurursam görürsünüz dersen, onlar korkarlar. Gençler için yüz güzelliği çok
önemlidir. Çekip giderler hiççç korkma!..
Yok eğer, yaşını başına almış kırkın
biraz üzerindekiler ilişirlerse onlara da: “Sizi Muhtar Emmime söylerim de...
Onlar da adlarının kötüye çıkmasında, orada burada dedikodularının
yapılmasından korkarlar. Onlardan da
korkma! Var yoluna devam et.
Ancaaaak,
saçları iyice beyazlaşmış yaşını başını almışlar var ya işte kızım onlar
deneyimlidir. Onlardan kurtulamazsın. Onlardan da sır çıkmaz. N’olacak ONA DA
VER GİTSİN... VER GİTSİN !..” demiş.
Gelin de baba ocağının yolunu tutmuş. İşte
arkadaş, şimdi bizler de VER GİTSİN
ÇAĞIndayız. Bu gam keder neye ola ki... diye espiriler yaptı.
Bu şiirde geçen "VER GİTSİN ÇAĞI" bu kıssadan
hisseyi anlatmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder